Misâk-ı Millî
Misâk-ı Millî

Misâk-ı Millî; Ahd-ı Millî, Peymân-ı Millî, Millî Misâk, Millî And, Ulusal And gibi değişik adlandırmalarla ifade edilmiştir. Ancak tarihsel süreçte bu adlandırmaların ve kavramsallaştırmaların içinde en yaygın kullanımı ise Misâk-ı Millî olmuştur. Misâk-ı Millî; Türk milletinin millî sözü, tam bağımsızlık andı, Türk İstiklal Harbi’nin hedefi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün programlarının esas fikrî temeli, Ankara merkezli yeni Türk devletinin millî siyaset belgesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık bildirgesidir. Misâk-ı Millî, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesinin ardından imzalanan ve uluslararası nitelik taşıyan Mondros Mütarekesi’ne güvenilerek, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Woodrow Wilson’un ilkeler yayınlamış olduğu bir dönemde, Birinci Dünya Savaşı’nı sonlandırmak, Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen İtilâf Devletleri’nin 18 Ocak 1919’da başlayan Paris Barış Konferansı’ndan sonraki süreçte, Osmanlı Devleti’nin geleceğiyle ilgili birtakım kararlar almaya çalıştıkları ortamda, Türkiye’nin kesin barış antlaşması için gerekli şartlarını içeren, içeride hakimiyet-i millîye (millî egemenlik), dışarıya karşı ise istiklâl-i tam (tam bağımsızlık) fikrini benimseyen, milletlerin kendi kaderlerini-geleceklerini belirleyebilme anlayışı doğrultusunda hazırlanmıştır. Misâk-ı Millî’nin tam ve doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için, I. Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan gelişmelerle ve Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde, Türk milliyetçiliği fikri temelinde, millet egemenliğine dayanan, tam bağımsız ve millî bir Türk devleti kurulması süreciyle birlikte ele alınması ve değerlendirmelerde bulunulması gerekir.
Misâk-ı Millî’nin hazırlanması Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan gelişmeler bağlamında olmuştur. Ancak Misâk-ı Millî’nin fikri alt yapısı, şekillenmesi ise Osmanlı Devleti’nin özellikle yirminci yüzyılın başından itibaren karşılaşmış olduğu sorunlar ve çözüm arayışları bağlamında oluşmaya başlamıştır. Bu dönemde başta İngiltere, Fransa olmak üzere, sömürgeci devletler “Doğu Soru”nunu çözüme kavuşturmak için hareke geçmişlerdir. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’nin yıkılması, İstanbul’un yeniden ele geçirilmesi, topraklarının paylaşılması, Türklerin geldikleri Türkistan’a gönderilmesi, gönderilemiyorsa Anadolu’da etkisizleştirilmesi varılmak istenilen son hedef olarak belirlenmiştir. Bu nedenle, bir anlamda belli bir sürecin sonunda “Türk Sorunu” haline gelen “Doğu Sorunu” I. Dünya Savaşı’nın asıl nedenlerinden biri olmuş, bu yüzden de Osmanlı Devleti’nin ittifak teklifleri Fransa ve İngiltere tarafından kabul edilmemiştir. Batılı devletlerin bu amaçlara uluşmak için çalışmalar yaptığı süreçte, siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik vb. devlet ve toplum hayatına ilişkin pek çok alanda sorun yaşayan Osmanlı Devleti’nde karşılaşılan sorunları çözüme kavuşturmak için çeşitli görüşler ortaya atılmış, kurtuluş çareleri önerilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde Müslüman olmayanların devlete bağlılığının kalmadığı, bağımsızlık elde ettikleri, hatta Müslüman unsurların bile devletleşmeye başladığı dönemde Türkler de kendi devletleri ve geleceklerine ilişkin görüşler ileri sürmüşler, düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Bu görüşleri ortaya koyanlardan biri de Mustafa Kemal (Paşa) olmuştur. Mustafa Kemal (Paşa) Manastır Askerî İdadisindeki en samimi arkadaşlarından olan Ömer Naci aracılığı ile Namık Kemal’in “vatan” ve “hürriyet” fikirlerini tanıması, içselleştirmesiyle “millî vatan” kavramına sahip olmuştur. Ayrıca aynı idadide tarih hocası Topçu Kolağası M. Tevfik (Bilge)’in sayesinde de Fransız İhtilali’ni hazırlayan fikir hareketlerini, bu fikrin öncüleri hakkında bilgi sahibi olmuş, “millî vatan” kavramı daha nitelik ve şekil kazanmıştır. Bu kavram ve düşünceler Harp Okulu (Harbiye) yıllarında Osmanlı devlet ve toplum hayatında yaşanan gelişmeler nedeniyle daha da gerçeklik kazanmıştır. Bu nedenle Mustafa Kemal Paşa, Harp Okulundan mezun olup ve Şam’da görev yaptığı sırada arkadaşıyla kurmuş olduğu gizli derneğin adını da “Vatan ve Hürriyet” olarak koyması bu etkileşimin sonucu olmuştur. Ayrıca bu süreçte, II. Abdülhamit döneminde bir bilgilenme ve kültürlenme hareketi olarak başlayan, Ziya Gökalp tarafından sistemleştirilerek devlet ve toplum hayatında uygulanabilir bir nitelik taşıyan Türkçülük hareketi de Mustafa Kemal Paşa’nın “millî vatan” düşüncesinde etkili olmuştur. Hristiyan unsurların Osmanlı Devleti’nden ayrılmaya başladığı, hatta Müslüman unsurların bile benzer politikayı benimsediği bir süreçte, Mustafa Kemal Paşa da Türklerin çoğunlukta olduğu yerlere yaslanan, ana gövdesini Türklerin oluşturduğu millî sınırlar içerisinde tam bağımsız bir devlet düşüncesi daha gerçekçi bir tutum olarak benimsenmiştir. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu şartlarda millî vatanı ve sınırlarına, devlet ve toplum yapısına bir anlamda Misâk-ı Millî’ye ilişkin ilk görüşler Mustafa Kemal (Paşa) tarafından bu süreçte dile getirilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, Üçüncü Ordu Karargâhında görevli olduğu dönemde Kara Harp Okulundan ve kurmay sınıfından arkadaşı olan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile zaman zaman bir araya geldikleri Karaferye’de yaptıkları görüşmelerde dile getirmiştir. Bu görüşme Ali Fuat (Cebesoy) tarafından, “…Ben bu tarihi olayı en yakın bilenlerden biriyim. Şunu ifade etmeliyim ki, Mustafa Kemal Millî Misâk’ın esaslarını bu tarihten on üç yıl önce 1907’de tespit etmiş, vatanı tehlikelerden kurtarmak için ne gibi çareler düşünüp bulduğunu cesaretle ortaya koymuştur…” denilerek, dikkatlere sunulmuştur. Ayrıca Meşrutiyetin ilan edilmesinin yeterli olmayacağı, Meşrutiyetin köhneleşmiş ve insicamını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun aksine Türk çoğunluğun yaşadığı kısmın üzerine oturtulması, düşmanlarının yani büyük devletlerin yapacağı tasfiye yerine ihtilal idaresinin kendi başına bir Türk devleti kurması gerektiği dile getirilerek, “ …Şu halde, devlet gövdesinin çökmesiyle hasıl olacak enkazın altında ezilip perişan olmak mı, yoksa çoğunluğu Türk olan millî bir sınıra çekilerek burasını savunmak mı daha doğru ve hayırlı olacak? Ben selâmeti ikinci fikrin tatbik edilmesinde görüyorum.” denilerek, yaşanan tarihi gelişmelere uygun olarak, Türklerin çoğunluğu oluşturduğu sınırlara dayanan yeni bir millî vatanın daha hayırlı olacağı önerilmiştir.
Hatta bu görüşmelerde Mustafa Kemal (Paşa)’in millî vatan düşüncesinde ve önerisinde kalmadığı, o günkü millî vatanı ve sınırları gösteren bir harita da hazırladığı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa tarafından beyan edilmiştir. Bu haritada; Yemen’in, Hicaz’ın, Filistin’in Libya(Trablusgarp)’nın, Mısır’ın asıl halkına bırakıldığı, Suriye’de Halep’in, Irak’ta Musul’un, İngilizlere emanet edilen Kıbrıs’ın, o dönemde elde bulunan Batı Trakya’nın, On İki Ada’nın Misâk-ı Millî sınırları içerisinde olduğu dile getirilmiştir. Hatta bırakılan yerlerdeki Türklerin, Türklerin dışındakilerle değişim yapılabileceği, temeli Türk olan millî bir devlet düşüncesine sahip olduğu, Osmanlı Devleti’nden bütün unsurların bir bir ayrıldığı süreçte başka bir çaresinin de olmadığı ifade edilmiştir. Bu yüzden; Misâk-ı Millî’nin Mustafa Kemal Paşa tarafından 1907’de düşünüldüğü, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından imzalan Mondros Mütarekesi sonrasında yaşanan gelişmelere paralel şekillendiği söylenebilir.
İtilaf Devletleri 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalamışlardır. Bu mütareke uluslararası nitelik taşımasına rağmen, galip devletler I. Dünya Savaşı devam ederken yapmış oldukları gizli antlaşmaları hayata geçirebilmek ve “Doğu Sorunu”nu kendi lehlerine çözüme kavuşturabilmek amacıyla harekete geçmişlerdir. Bu bağlamda, I. Dünya Savaşı’ndan en güçlü ülke olarak çıkan İngiltere, gizli anlaşmayla Fransızlara vermiş olduğu Musul’u sahip olduğu enerji kaynağı nedeniyle 3 Kasım 1918’de işgal etmiştir. Bu şekilde başlayan işgaller süreci devam etmiş, Osmanlı Devleti’ne, Anadolu topraklarına ve Türk milletine dönük emperyalist politika takip eden galip devletler pek çok yeri denetimleri altına almışlardır. Bu işgal politikası sonrasında 13 Kasım 1918’de de başkent İstanbul işgal edilmiş, Osmanlı Devleti başkentine dahi sahip çıkamaz duruma gelmiş, başkente giriş-çıkışlar vizeye tabi tutulmuş, devlet kağıt üzerinde var olsa da fiilen sona ermiştir. Böylece İtilaf Devletleri, hem Osmanlı Devleti’ni hem de Türk milletini ortadan kaldırarak, kaldırılamıyorsa Anadolu’da etkisiz hale getirmek amacıyla bu topraklara gelmişlerdir. Yaşanan bütün bu olaylara doğru teşhis koyan, Türklerin çoğunlukta olduğu yerlere yaslanan, millî sınırlar içerisinde, millet egemenliğine dayanan, tam bağımsızlık anlayışını benimsemiş olan Mustafa Kemal ve arkadaşları harekete geçmişlerdir.
Galip devletlerin Anadolu’ya dönük işgaller başladığında, Türk milleti de Musul ve Dörtyol’dan başlayarak İngiliz ve Fransızlara karşı direniş hareketi ile karşılık vermiş, kendi toprağını, vatanını, namusunu ve Anadolu’daki kendi varlığını korumak amacıyla Millî Mücadele’yi ve Türk İstiklâl Harbi’ni başlatmıştır. İşgalcilere karşı başlatılan bu Kuvâ-yı Millîye hareketi devam ederken, Mustafa Kemal Paşa da IX. Ordu Müfettişi olarak İstanbul Hükümeti tarafından Karadeniz bölgesinde güvenliği ve asayişi sağlamak, silah ve cephanenin toplanarak depolara konmasını ve korunmasını gerçekleştirmek, çeşitli yerlerde direniş hareketleri başlatmak için asker toplamaya çalışan örgütlerin faaliyetlerinin yasaklanması amacıyla Anadolu’ya gönderilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın hem askerî hem de idarî yetkilerle görevlendirilmesi ve Samsun’a 19 Mayıs 1919’da çıkması sonrasında farklı bir durum ortaya çıkmıştır. Ancak Mustafa Kemal Paşa Samsun’dan 20 Mayıs 1919’da göndermiş olduğu ilk telgrafta “İzmir’in Yunan askeri tarafından işgali olayı, yakından temasta bulunduğum milleti ve orduyu düşünülmeyecek ve tarif edilemeyecek derecede içten yaralamıştır. Ne millet ve ne ordu, varlığına karşı yapılan bu haksız tecavüzü sindiremeyecek ve kabul etmeyecektir” diyerek, işgaller karşısında Anadolu’nun, Türk milletinin ve Türk ordusunun takip edeceği politika konusunda ipuçlarını vermiştir. Ayrıca Samsun’dan göndermiş olduğu diğer telgraflarda da Anadolu’daki işgallerin haksızlığını, İngilizlerin bölgeye haksız yere asker çıkarmış olduğunu, Samsun ve çevresindeki bütün asayişsizliğin kaynağının Pontus Rum Devleti’ni kurmak amacıyla silahlı birlikler oluşturan Rum çeteleri olduğunu ifade etmekten de çekinmemiştir. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğü ve varmak istediği son hedef “ …millî hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!” olduğundan, Samsun’dan itibaren bu amaca ulaşmak için gerekli her türlü çalışmalara hız vermiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’da bir yandan orduyu, bir yandan da Türk milletini örgütlemesi, Millî Mücadele için direnmeye çağırması, 9 Mart 1919’dan itibaren Samsun’da bulunan İngilizler ve İstanbul Hükümeti tarafından haber alınmıştır. Bu nedenle, Mustafa Kemal güvenlik nedeniyle 25 Mayıs 1919’da Samsun’dan Havza’ya geçmiştir.
Mustafa Kemal’in Havza’da, Anadolu ve Trakya’nın tümünde kamuoyu oluşturma, Türk milletine “Millî Mücadele Ruhu”nu aşılama çalışmaları yaptığı bu dönemde, Millî Mücadele bilincini ortaya çıkaracak ve bunu kuvvetlendirecek araç ve yöntemler ön plana çıkmıştır. Bu nedenle, Mustafa Kemal, başta İstanbul olmak üzere, Anadolu ve Rumeli’nin tümünde işgallere, Anadolu’daki emperyalist katliamlara, uluslararası hukukun ve insan haklarının çiğnenmesine karşı büyük mitinglerin düzenlenmesini, İzmir’in işgalinin protesto edilmesini, işgallere karşı konulmasını ve bu uğurda askerî ve sivil örgütlenmenin sağlanmasını istemiştir. Mustafa Kemal’in bu isteği hem Anadolu’da, hem de Trakya’da karşılık bulmuş, “ …haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyük…” olan Türk milleti, ilk işgallerle birlikte harekete geçmiş, Paris Konferansı’nda Anadolu’nun paylaşılması, İzmir’in Yunanistan’a verileceği ve doğuda da bir bağımsız Ermenistan’ın kurulacağının anlaşılması üzerine çalışmalarını hızlandırmıştır. Anadolu’nun pek çok yerinde “Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetleri” kurarak örgütlenmiş, İzmir’in işgal edilmesiyle de Batı Anadolu’da ilk kurşunu sıkmış olan Türk milleti, Mustafa Kemal’in isteği ve amacı doğrultusunda yeni bir azim ve gayretle harekete geçmiştir. Bu nedenle, İstanbul başta olmak üzere, Edirne’den Kars’a, Samsun’dan Adana’ya büyük mitingler yapılmış, işgaller, İtilaf Devletleri, Yunanlılar, Ermeniler, Padişah ve İstanbul Hükümeti protesto edilmiştir. Bu sayede ve süreçte, Mustafa Kemal Paşa’nın istediği ve Millî Mücadele için çok gerekli olan bu bilinçlendirme hareketi hız kazanmıştır. Bu kamuoyu oluşturma, bilinçlendirme ve “millî hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti” kurma sürecinde Misâk-ı Millî’de dile getirilecek temel anlayış ve ilkelerin giderek tabana yayılmaya, kabul görmeye başladığı ifade edilebilir.
Bu kabul ediliş Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını da cesaretlendirmiş, arkasından Türk İnkılabının “İhtilâl Beyannâmesi” olarak bilinen, İstanbul Hükümetine karşı başkaldırıyı öngören, bir bakıma Millî Mücadelenin kadrosunun “stratejik planı”nı oluşturan Amasya Tamimi (Genelgesi) ilan edilmiştir. Altı maddeden oluşan genelgenin 1. maddesinde “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Merkezi hükümetimiz İtilaf devletlerinin tesir ve denetimi altında kuşatılmış bulunduğundan üzerine aldığı sorumluluğun icaplarını yapamamaktadır. Bu hal, milletimizi yok olmuş tanıttırıyor. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Milletin hal ve vaziyetini göz önünde tutmak ve haklarının sesini cihana işittirmek için her türlü tesir ve denetimden uzak bir millî heyetin varlığı elzemdir…” denilerek, bir anlamda Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte Osmanlı Ordularının denetimi altında olan ve “millî vatan” olarak kabul edilen toprakların bir birinden ayrılmazlığı, Türk milletinin bağımsızlığının tehlikede olduğu Türk ve dünya kamuoyuna duyurulmuştur. Bütün bunları gerçekleştirecek olanın da milletin “azim ve kararı” olduğu, milleti temsil edecek “yeni bir hükümetin” kurulması gerektiği vurgulanmıştır. Bir bakıma Misâk-ı Millî’nin esasını oluşturan millî vatan, millî sınırlar, millî bağımsızlık ve millî egemenlik ilkeleri iç içe birbiriyle bütünleşmiş bir biçimde ortaya konulmuştur. Bu yüzden Misâk-ı Millîye giden yolda önemli kilometre taşlarından ilkinin Amasya’da döşenmiş olduğu söylenebilir.
Amasya’da alınan kararlar Şark Vilâyetleri Müdâfaa-i Hukûk Cemiyeti üyeleri tarafından asker-sivil tüm yönetim birimlerine ulaştırılarak, önceden kararlaştırılmış olan ve Doğu Anadolu’nun Türk toprağı olduğu, vatanın ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında toplanan Erzurum Kongresi’ne Mustafa Kemal Paşa başkanlık yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa kongrenin açılış konuşmasında; millî sınırlar içinde bulunan vatan parçalarının bir bütün olduğunu ve bölünemeyeceğini, Hristiyan azınlıklara siyasî hakimiyet ve sosyal dengeyi bozacak imtiyazların verilemeyeceğini, manda ve himayenin kabul olunamayacağını açıkça ifade etmiştir. Böylece millî ve tam bağımsız bir devlete doğru önemli bir adım atılacağı dile getirilmiştir. Bu konuşmadan sonra kongre üyeleri, çalışmalarına başlamış ve 2 hafta süren çetin, kimi zaman da gergin tartışmalar sonucunda, ileride Misâk-ı Millî’nin temelini oluşturacak bazı önemli kararlar alınmıştır. Bu kararlar bir bildiri niteliğinde Türk ve dünya kamuoyuna duyurulmuştur. Duyurulan karalarda; millî sınırlar içinde vatanın bir bütün olduğu ve bölünemeyeceği, her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı, milletin birlik olarak kendisini müdafaa ve mukavemet edeceği, vatanın ve istiklalin muhafaza ve teminine İstanbul Hükûmeti muktedir olmadığı takdirde, bu amaca ulaşmak için Anadolu’da geçici bir hükûmetin kurulacağı beyan edilmiştir. Ayrıca kuvâ-yı millîyeyi etkin ve millî iradeyi egemen kılmanın esas olduğu, Hristiyan azınlıklara siyasi hâkimiyet ve sosyal dengeyi bozacak ayrıcalıkların verilemeyeceği, manda ve himayenin kabul edilemeyeceği, Mebûsan Meclisinin derhâl toplanmasına ve hükûmet işlerinin meclisin denetimi altında yürütülmesine çalışılacağı, işgal emeli taşımayan devletlerin yardımları kabul edileceği de dile getirilmiştir. Bu kararlarla Misâk-ı Millî’ye giden yolda çok daha önemli bir adım atılmış, bir bakıma Misâk-ı Millî’nin temel ilkeleri benimsenmiştir. Bu kararlar Misâk-ı Millî Beyannâmesi’ne ilham kaynağı olmuş, hatta bu kararların bazılarının değiştirilmesi ve geliştirilmesiyle Misâk-ı Millî’nin ortaya çıkarılmış olduğu söylenebilir.
Erzurum Kongresi’nin ardından Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, millî birliğin tüm memleketi kapsaması, dağınık kurumların birleştirilmesi, hükümetin millî iradeye dayanması amacıyla çalışmalarını sürdürmüştür. Millet iradesinin kurumsallaşmasını sağlamak ve büyük bir millî meclisi açmak için, daha önce Amasya Genelgesi’nde dile getirildiği gibi, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında Sivas Kongresi’nin toplanmasını gerçekleştirmiştir. Bu kongrede; Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar vatan topraklarının bütünü düşünülerek, genelleştirilmiş ve kabul edilmiştir. 11 Eylül 1919’da bir bildiri ile Türk ve dünya kamuoyuna duyurulan kararlarda; Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918’deki sınır içinde kalan ve ezici çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı ülkesi toprakları birbirinden ayrılmaz ve hiçbir bahane ile bölünmez bir bütün olduğu önemle vurgulanmıştır. Osmanlı ülkesinde yaşayan bütün Müslümanlar birbirlerine karşı saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu, ırkî ve içtimaî haklarına ve mahallî şartlarına uyan öz kardeş durumunda bulunduğu ifade edilmiştir. Osmanlı toplumunun bütünlüğü ve millî bağımsızlığın sağlanması, yüce hilâfet ve saltanat makamının korunması için Kuvâ-yı Millîye’yi amil ve irade-i millîyeyi hâkim kılmanın esas olduğu beyan edilmiştir.
Bunlardan başka; öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşayan bütün Müslüman olmayan unsurların her türlü hakları tamamıyla korunduğundan, bu unsurlara siyasî hâkimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak imtiyazlar verilmesinin kabul edilmeyeceği duyurulmuştur. İtilaf devletlerinden 30 Ekim 1918’deki sınırlar içinde kalan, ezici Müslüman çoğunluğunun yaşadığı, kültürel ve medenî üstünlüğün Müslümanlara ait olduğu ülkeyi taksim etme düşüncesinden tamamen vazgeçmelerini, bu topraklar üzerindeki tarihî, coğrafî, siyasî ve dinî haklarımıza riayet etmelerini, buna aykırı girişimleri terk ederek hak ve adalete dayanan bir karara varmalarını bekledikleri ifade edilmiştir. Devlet ve milletin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla 30 Ekim 1918’deki sınırlar içinde milliyet esaslarına saygı gösteren ve memlekete karşı istila emeli beslemeyen herhangi bir devletin fennî, sınaî ve iktisadî yardımının memnuniyetle karşılanacağı beyan edilmiştir. Milletlerin kendi kaderlerini bizzat tayin ettiği bu tarihî devirde merkezî hükümetin de millî iradeye tâbi olması zaruri olduğu, millî iradeye dayanmayan bir hükümetin aldığı keyfî ve şahsî kararlara milletçe uyulmadığı gibi dışarıda da itibar edilmediği ve edilemeyeceği şimdiye kadar yaşanan olaylardan anlaşıldığı ifade edilmiştir. Bu nedenle merkezî hükümetin hemen millî meclisi toplaması, millet ve memleketin geleceği hakkında alınacak bütün kararları meclis denetimine sunması zorunluluğu dile getirilmiştir. Bu kararlarla Amasya Genelgesinden itibaren sürekli olarak ifade edilen vatanın ve millî sınırların ne şekilde belirleneceğinin net olarak ortaya konulduğu, Misâk-ı Millî’nin hemen hemen şekillenmesinin sağlandığı söylenebilir.
Sivas Kongresi’nde alınan kararların ardından Mustafa Kemal Paşa 29 Eylül 1919’da Halit Bey’e çektiği telgrafta; Damat Ferit Hükümetinin düşürülmesinden sonra tarafsız ve millî amaçlara uygun kişilerden oluşmak şartıyla kurulacak yeni İstanbul Hükümetine yardım edeceklerini, Bunun için yapılacak seçimlerde Millî Mücadele fikirlerini özümsemiş adayların mebus (milletvekili) seçtirilmesi gerektiğini, bu yönde bir de tamim ilan edileceğini ifade etmiştir. Kısa bir süre sonra İstanbul’daki Damat Ferit Hükümeti istifa etmiş, onun yerine 2 Ekim 1919’da Ali Rıza Paşa Hükümeti kurulmuştur. Bu yeni Hükûmette; Mersin’li Cemal Pasa Harbiye Nazırı, Damat Şerif Pasa Dahiliye Nazırı olarak göreve başlamıştır. Özellikle Cemal Paşa, Anadolu hareketinden, Millî Mücadele’den yana biliniyordu ve bu seçim Anadolu’da memnuniyet yaratmıştır. İstanbul’daki bu gelişmelerin ardından Mustafa Kemal Paşa 2-3 Ekim’de bir genelge yayınlayarak yeni durumu Türk milletine bildirmiş, yeni hükümetin Erzurum ve Sivas Kongrelerinde kararlaştırılan ve oluşturulan cemiyet ve millî amaçlara saygılı olmasını istemiştir. Yeni Hükûmetin Meclis-i Mebûsan toplanarak gerçek denetleme işine başlayıncaya kadar milletin kaderi ile ilgili hiçbir sorumluluğa girmemesini, Paris Barış Konferansına katılacak delegelerin milletin isteklerini anlamış ve güvenini kazanmış kişilerden seçilmesini önemle vurgulamıştır.
Yeni Hükümet Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdirmek için savaşın galipleri ile Paris Konferansı’nda yapacağı görüşmelerde varılacak kesin ve uluslararası nitelik taşıyacak antlaşmanın geçerli olabilmesi için Meclis-i Mebûsandan geçirilmesi gereği nedeniyle 7 Ekim 1919’da seçimlerin yapılmasına ve meclisin yeniden açılmasına karar vermiştir. Bu da Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Samsun’a çıktığı andan itibaren Amasya’da, Erzurum’da, Sivas’ta dile getirmiş olduğu isteklerden biridir. Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’un işgal edilmesiyle 21 Aralık 1918’de Padişah Vahdettin tarafından işgal politikalarına karşı farklı sesleri susturmak amacıyla kapatılan, milletin sesi, millî iradenin temsil yeri meclisin yeniden açılması Misâk-ı Millî’nin ilan edilmesi bakımından önemli bir gelişme olmuştur. Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukûk Cemiyeti gibi güçlü ve kapsayıcı bir örgütlenmeye ulaşan, millî vatan, millî sınırlar, millî ve tam bağımsız devlet gibi konularda hassas insanların mecliste yer ve kararlar alabilmesi açısından da kayda değer bir gelişmedir.
Sivas Kongresi’nin ve alınan kararlardan sonra önemli gelişmelerin yaşandığı süreçte Misâk-ı Millî gündemdeki yerini korumuş, kendini daha net bir şekilde göstermiştir. Tasvir-i Efkâr gazetesi Başyazarı Velid Ebuzziya 13 Ekim 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa ile telgraf üzerinden bir mülâkat yapmıştır. Velid Ebuzziya bu mülâkatında Mustafa Kemal Paşa’ya çeşitli sorular sormuştur. Bunlardan biri de müstakbel (gelecekteki) hudutlarımız sizce ne olabilir? şeklinde olmuştur. Bu soruyu Mustafa Kemal Paşa, “…bizce 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi akdedildiği günde fiilen sahip kaldığımız huduttur” diyerek kararlı bir şekilde cevaplamıştır. Bu da bu günlerde toplanmasına çalışılan Meclis-i Mebûsan tarafından ilan edilecek olan Misâk-ı Millî’de vatanın sınırlarının belirlenmesinde temel alınacaktır. Mustafa Kemal Paşa’nın yukarıda dile getirilen teklifi ve istekleri bir anlamda yeni Hükümette karşılık bulmuş, Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını yaptığı Heyet-i Temsiliye ile uzlaşı arayışına girilmiş, bunun sonucunda 20-22 Ekim 1919’da Ali Rıza Paşa Hükûmetinin temsilcisi Bahriye Nazırı Salih Paşa arasında Amasya’da Sivas Kongresi’nin kabul ettiği esaslar üzerinde görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmeler sonucunda; mebus (milletvekili) seçimlerinin yapılması, Sivas Kongresi’nde kabul edilen esasların, toplanması istenen mecliste de benimsenmesi, Meclisin İstanbul’dan başka ve işgal altında olmayan Anadolu’nun bir yerinde toplanması Temsil Heyeti tarafından önerilmiştir. Böylece Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye, savunulan millî vatan, millî sınırlar, millî egemenliğe dayalı millî bir devlet, tam bağımsızlık bir bakıma Misâk-ı Millî’nin ruhu İstanbul Hükümeti tarafından göz ardı edilemez bir gerçeklik olarak kabul edilmiştir. Bu önerilerden ilk ikisi Ali Rıza Paşa Hükümeti tarafından kabul edilmiş, ancak Meclis-i Mebûsanın İstanbul’da toplanması anayasal zorunluluk görülmüş, gerçekleşmemiştir.
Osmanlı Mebûsan Meclisi seçimleri 15 Ekim 1919’da başlamış, 1914 Genel Seçimlerine göre işgaller nedeniyle neredeyse yarı yarıya azalan seçim bölgelerinde, 15 vilâyet, 35 mülhak livâ yani vilâyete bağlı livada ve 16 müstakil veya doğrudan Dahiliye Nezâreti(İçişleri Bakanlığı)ne bağlı livâda seçim yapılmıştır. Seçimler Aralık 1919’a kadar devam etmiştir. Seçimlere, dönemin önemli siyasi partilerinden Hürriyet ve İtilaf Fırkası katılmamış, Millî Ahrar gibi bazı siyasi partiler istedikleri sonuçları elde edememiştir. Ayrıca Millî Mücadele’ye karşı durmayan, Millî Kongre Cemiyetinin desteklediği, başta İstanbul olmak üzere, adaylar da meclisteki yerini almıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğindeki Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukûk Cemiyetinin desteklemiş olduğu adaylar da seçimlerde önemli bir varlık göstermişlerdir. Seçim sonuçlarına bakıldığında ülkenin seçim yapılabilen bölgelerinden toplam 169 milletvekili seçilmiştir. Seçilen milletvekillerinin ve ileride Misâk-ı Millîye imza koyan 121 milletvekilinin durumu incelendiğinde ülkenin ve milletin bağımsızlığı, vatanın bölünmezliği, Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihteki sınırlar konusunda hassas oldukları, Türk milleti arasında dip dalga hareketi şeklinde gelişen ve Mustafa Kemal Paşa’nın önderlik ettiği Millî Mücadele’ye taraftar oldukları veya sempati besledikleri görülmüştür. Bu da Osmanlı Mebûsan Meclisi’nde Millî Mücadele’nin programının kabul görmesini, Misâk-ı Millî’nin ilan edilmesini kolaylaştıracaktır.
Seçimlerin sona erdiği ve Osmanlı Mebûsan Meclisi’nin İstanbul’da açılması için hazırlık yapıldığı süreçte Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Heyet-i Temsiliye 27 Aralık 1919’da Sivas’tan Ankara’ya gelmiştir. Ankara’daki Ziraat Mektebi’ne yerleştikten bir gün sonra, 28 Aralık 1919’da Ankara’nın ileri gelenlerine yapmış olduğu konuşmada Mustafa Kemal Paşa; Sivas Kongresi kararlarına atıfta bulunarak, “Devlet için millî yeni bir hudut kabul ettik.” demiş, bu millî sınırlardan söz etmiştir. Konuşmasında tam bağımsız ve yeni Türk devletinin güney sınırlarından bahsederken, “Mütareke akdolunduğu gün ordularımız fiilen bu hatta hakim bulunuyordu. Bu hudûd İskenderun Körfezi cenûbundan Antakya’dan Halep ile Katma İstasyonu arasında Cerablus Köprüsü cenûbunda Fırat Nehri’ne mülâkî olur (ulaşır). Ordan Deyrizora iner; badehu (ondan sonra) şarka temdîd edilerek (uzatılarak), Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi ihtivâ eder. Bu hudûd ordumuz tarafından silâhla müdâfaa olduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürt anâsırı ile meskûn aksâm-ı vatanımızı (vatanımızın kısımlarını) tahdîd eder (sınırlar). Bunun cenûb aksâmında Arapça mütekellim (konuşan) dindaşlarımız vardır. Bu hudûd dahilinde kalan aksâmı memâlikimiz (memleketimizin kısımları) câmi‘a-i Osmâniye’den lâyenfekk bir kül (ayrılmaz bir bütün) olarak kabul edilmişdir.” ifadelerini kullanmış, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihte Osmanlı ordularının denetimi altındaki Türklerin, Kürtlerin ve Arapların yaşadığı yerler ayrılmaz bir bütün olarak kabul edilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın Millî Mücadele’nin ve yeni Türk devletinin yol haritasını kamuoyu ile paylaştığı süreçte Heyet-i Temsileye de çalışmalarını sürdürmüştür. Bu bağlamda son seçimlerde mebus(milletvekili) seçilen Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukûk Cemiyeti’nin destelemiş olduğu milletvekillerinin Mebûsan Meclisinde takip edecekleri hareket tarzlarını, orada oluşturulmasına çalışılacak grubun şeklini ve programını belirlemek için Ziraat Mektebinde bir dizi toplantı yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa başkanlığında 5, 7, 8 ve 18 Ocak 1920 tarihlerinde söz edilen nedenlerle bir araya gelmişlerdir. Bu toplantılara; Mustafa Kemal Paşa, Rauf Orbay, Ali Fuat Paşa, İsmail Fazıl Paşa, Sırrı Bey, Mazhar Müfit Bey, Bekir Sami Bey, Adnan Bey, Hüsrev Bey, Cami Bey ve diğerleri katılmışlardır. Toplantılarda; Misâk-ı Millî’nin veya Ahd-ı Millî olarak tarihe geçmiş olan metinde yer alan kararlar alınmıştır. Bu kararlar, Meclis-i Mebûsanda oluşturulması düşünülen “Müdâfaa-i Hukûk Grubu’nun Programı” olarak ele alınış, tartışılmış, son şekli verilmiştir. Toplantı tutanaklarına göre toplantılarda Mebûsan Meclisinde oluşturulması istenilen grubun adı “Müdâfaa-i Hukûk Grubu” olarak belirlenmiştir. Bunun bir siyasi parti değil, bir “grup” olacağı ifade edilmiştir. Özellikle son toplantının ikinci ve son oturumunda hazırlanan metin madde medde okunarak üzerinde görüş alış-verişinde bulunulmuş, metne son şekli verilmiştir. Tutanakların ekine isim listesi konulmuş, karşılarına not düşme imkanı tanınmış, hatta hazırlanılan metnin Müdâfaa-i Hukûk yanlısı mebusları(milletvekilleri) ile iletişim kurularak kendilerine tebliğ edildiği de görülmüştür.
Toplantılarda özellikle son toplantıda Adnan Bey ve Rauf Bey hazırlanılan metni madde madde okumuş, katılımcılar görüşlerini dile getirmiş, maddeler tartışılmıştır. Bu tartışmalardan hazırlanılan metnin 7 maddeden oluştuğu görülmüştür. İleride bazı değişiklikler ile Osmanlı Mebûsan Meclisinde kabul edilen Misâk-ı Millî metni ile burada görüşülüp, karara bağlanan metin arasında sadece konuların “madde numaralarında” bir değişikliğin olduğu anlaşılmıştır. Hazırlanan metnin 1. maddesi sürekli olarak Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte Osmanlı ordularının denetimi altında olan yerlerin vatanın ayrılmaz bir parçası olduğuna ilişkindir. Bir anlamda “millî sınırlar” konusuyla ilgilidir, tartışmalıdır ve kesinleştirilmemiştir. Bu durum oturum tutanaklarında kendisini göstermiştir. İlk metinde aynı maddede bulunan “Batı Trakya” ve “Elviye-i Selâse (Kars, Ardahan, Batum)” konuları açıklanan metinde iki ayrı madde halinde yer almıştır. Hazırlanan bu metinde “Osmanlı İslam çoğunluğu meselesi” 2. maddede yer alırken, ileride açıklanacak olan metinde 1. maddede açıklığa kavuşturulmuştur. Bu metinde “azınlık hakları” sorunu 3. maddede bulunurken, ileride Osmanlı Meclisi tarafından ilan edilen metinde 5. maddede yer almıştır. Hazırlanan metinde “Batı Trakya meselesi” ve “Elviye-i Selâse meselesi” 4. maddede yer almış iken, ileride Misâk-ı Millî olarak duyurulacak olan metinde 2. ve 3. maddelerde ayrı ayrı olarak duyurulmuştur. Bu metinde “Cemiyet-i Akvâm meselesi” 5. Maddede kendine yer bulmuş, ancak ileride açıklanacak Misâk-ı Millî metninde yer almayacaktır. Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında Ankara’da hazırlanan bu metinde “İstanbul’un durumu ve boğazlar meselesi” 6. maddede ele alınmış, karara bağlanmış iken, Misâk-ı Millîde bu konular 4. maddede Türk ve dünya kamuoyuna ilan edilmiştir. Son olarak bu metinde 7. maddede yer alan “hükümetlerin atanması meselesi”, Misâk-ı Millî metninden çıkartılmıştır.
Bütün bunlardan sonra Ankara’da Mustafa Kemal Paşa başkanlığında Heyet-i Temsiliye üyeleri tarafından hazırlanılan metnin Osmanlı Mebûsan Meclisi tarafından Misâk-ı Millî olarak ilan edilen beyannamenin son şekline yakın taslak metin, hatta ilk müsvedde metin olduğu söylenebilir. Ayrıca Misâk-ı Millî’nin Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu şartlarda, işgaller karşısından, kültürel anlamdaki Türk milliyetçiliği bağlamında, Türk milletinin millîyetperverliği, millî vatan, millî sınırlar, millî ve tam bağımsız devlet özlemi ve ülküsü çerçevesinde Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları tarafından Ankara’da kaleme alındığı ifade edilebilir. Bu durum, Mustafa Kemal Paşa tarafından Nutuk’ta; “Efendiler, milletin âmal ve maksadını da kısa bir programa esas olacak surette toplu bir tarzda ifadesi görüsüldü. Misâk-ı Millî ünvanı verilen bu programın ilk müsveddeleri de, bir fikir vermek maksadıyla kaleme alındı…” denilerek ortaya konulmuştur.
Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın tarafından son şekli verilen Misâk-ı Millî, Heyet-i Temsiliye üyelerine tebliğ edilmiş, bilgilerine sunulmuştur. Heyet-i Temsiliye üyelerinin tamamı da bu metni imzalamışlardır. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa Meclis-i Mebûsan seçimlerinde Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukûk Cemiyeti tarafından desteklenen ve seçilen mebusların(milletvekillerinin) İstanbul’a gitmeden önce hazırlanılan metin hakkında bilgilendirilmesini, Mecliste ortak tutum belirlemek için ellerinde bir metnin bulunmasını istediği için, onların Ankara’ya uğrayarak Misâk-ı Millî’nin taslak metnini imzalamalarını istemiştir. Bunun üzerine o günkü şartlarda Ankara’ya gelerek kırk beş kişinin bu metne imza attıkları görülmüştür. Misâk-ı Millî’nin ilk taslak metni Heyet-i Temsiliye’nin kâtibi ve sözcüsü, aynı zaman da Trabzon Milletvekili olarak Meclis-i Mebûsana seçilen Hüsrev Sami (Gerede) Bey’e teslim edilmiştir. Hüsrev Sami (Gerede) Bey bu metni İstanbul’a yani Meclise götürmüştür. Seçimlerin tamamlanmasını ardından Osmanlı Mebûsan Meclisi 12 Ocak 1920’de 169 üyesinin, 162’sinin hazır bulunmasıyla İstanbul’da toplanmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da kalarak meclis başkanlığına seçilmek istemiştir. Ancak Meclis Başkanlığı’na İstanbul’da ve Mecliste bulunan bir kişinin başkan seçilmesi kabul gördüğünden, yapılan oylamalar sonrasında Reşat Hikmet Bey başkan seçilmiştir. Ancak Reşat Hikmet Bey’in başkanlığı kısa sürmüş, 28 Şubat 1920’de ölümü üzerine, başkanlığa seçimlerdeki rakibi Celalettin Arif Bey getirilmiştir.
Meclis-i Mebûsan açılışının ardından, I. Dünya Savaşı’nı sona erdirmek amacıyla Osmanlı Devleti’nin barış şartlarını belirlemek, Ahd-ı Millî’yi veya Misâk-ı Millî’yi hazırlamak için çalışmalara başlamıştır. Bu bağlamda mecliste Ahd-ı Millî adıyla bir karma komisyon kurulmuştur. Bu komisyonda Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukûk Cemiyetinin desteklediği kişilerden de yer alanlar olmuştur. Bu komisyon, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Woodrow Wilson’un I. Dünya Savaşı’nı sona erdirmek ve sonrasında kurulacak dünya düzenini belirlemek için yayınlamış olduğu ilkeleri merkeze almıştır. Komisyon, Mustafa Kemal Paşa’nın son şeklini verdiği ve meclise ulaştırılan Misâk-ı Millî’yi öncelikle gündemine almıştır. Ankara’da hazırlanan Ahd-ı Millî veya Misâk-ı Millî metni 22 Ocak 1920’de Meclisin resmî toplantılarının dışında, Meclis binası çatısı altında gizli özel toplantıda görüşülmüştür.
Bu görüşmede; Mustafa Kemal Paşa tarafından kendisine verilen Misâk-ı Millî metni Hüsrev Sami (Gerede) Bey tarafından okunmuştur. Okunan metnin bazı yerlerine mebuslardan (milletvekillerinden) karşı çıkanlar olmuştur. Bunun için tartışmalar yaşanmış, konunun komisyonda görüşülmesi istenmiştir. Bunun üzerine yukarıda ifade edilen ve Millî Mücadele taraftarı Hüseyin Rauf (Orbay) Bey, Sinop Rıza Nur ve Yusuf Kemal Bey gibi milletvekillerinin de bulunduğu karma komisyon, Mustafa Kemal Paşa’nın metnini Meclis Genel Kurulundaki tartışmalar bağlamında değiştirerek geliştirmiştir. Ancak meclisteki azımsanamayacak sayıdaki Müdâfaa-i Hukuk yanlısı mebusların ısrarı üzerine yeniden gözden geçirmek zorunda kalınmıştır. Yapılan çalışma sonrasında metin her görüşteki üyenin benimseyeceği bir şekle dönüştürülmüştür. Bu dönüştürmede Ankara’da hazırlanılan, Mustafa Kemal Paşa tarafından son şekli verilen, Heyet-i Temsiliye tarafından kabul edilen metin küçük değişikliklerle asıl metin olarak benimsenmiştir. Bu durum Hüsrev Sami (Gerede) Bey tarafından, “Mustafa Kemal’in kendisine verdiği metnin Meclis-i Mebûsan’da çok az bir değişiklikle benimsendiği…” ifade edilmiştir. Bir anlamda Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu’da gerçekleştirilmeye başlayan istiklâl mücadelelerinin temel ilkeleri, Millî Mücadele’nin programı Osmanlı Devleti’nin Ahd-ı Millî’si haline geldiği söylenebilir.
Meclis komisyonunda çok az bir değişiklikle kabul edilen Misâk-ı Millî, 28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebûsan gündemine gelmiştir. Bu tarihte Meclis-i Mebûsan’ın resmî ve gizli her hangi bir toplantısı olmadığından, Mebûsan Meclisi Başkanı Celalettin Arif Bey başkanlığındaki toplantıda hazır bulunan mebuslar (milletvekilleri) tarafından kabul edilmiştir. Misâk-ı Millî metni, başkan dahil, toplam 121 mebus tarafından imzalanmıştır. İmzalanan metnin ana kısmı altı maddeden oluşmuş ve toplam üç sayfadan meydana gelmiştir. Bundan başka 121 üyenin isim ve imzalarının yer aldığı altı sayfalık ek kısmı da metni tamamlamıştır. Ancak Misâk-ı Millî, Meclisin Türk ve dünya kamuoyuna açıklama kararından önce, gerçek metin gizli tutulmuştur. İlan edilmesinin sıkıntı doğurabileceği endişesinin yanı sıra, hariciye memurlarınca gerekli incelemeler yapılması ve yabancı dillere tercüme edilmesi için bir sürecin gerekli olması bunun sebepleri arasında sayılabilir. Ayrıca Misâk-ı Millî’yi benimseyen mebusların Hükûmeti Misâk-ı Millî ilkelerine uygun genel bir politika üzerinde görüş birliğine çekerek, Hükümeti desteklemeyi üstlenecek bir çoğunluk grubu kuramamaları, Hükümet programının mecliste okunup onaylanamamasının da bunda etkili olduğu söylenebilir.
Yukarıda sözü edilen ve Mecliste Hükûmetin çalışmasını kolaylaştıracak grup 7 Şubat 1920 tarihinde oluşturulabilmiştir. Grubun adı Müdâfaa-i Hukûk Grubu olmamış, gruba Felâh-ı Vatan Gurubu adı verilmiştir. Adı böyle olmakla birlikte, kurulan grup Millî Mücadele içinde yer alan ve taraftar olan milletvekilleri tarafından oluşturulmuştur. Bu grubun başkanlığına da Ankara Ziraat Mektebindeki toplantılarda Mustafa Kemal Paşa ile birlikte olan ve baştan itibaren Millî Mücadele sürecinin içinde bulunan Hüseyin Rauf (Orbay) Bey yapmıştır. 9 Şubat 1920’ye gelindiğinde de yeni Hükümetin programı okunmuş, oluşturulan grubun desteği ile güvenoyu aldıktan sonra Misâk-ı Millî’nin açıklanması için hazırlıklar yapılmaya başlanmıştır. Bunda dış gelişmelerin de etkisi olmuştur. İtilaf Devletleri’nin 12 Şubat 1920’de Londra’da Türkiye ile barışı da kapsayan konuları sonuca bağlamak amacıyla Başbakanlar düzeyinde yeni bir konferans toplayarak, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan Devleti’nin kurulacağı, İstanbul’un uluslararası kontrol altına alınacağı, İzmir’in Yunanistan’a bırakılacağı yönündeki olumsuz haberlerin basında yer almaya başlaması süreci hızlandırmıştır. Ayrıca yine İtilaf Devletleri’nin Türk delegelerinin bir ay içinde konferansa çağrılabilecekleri, bir oldu-bitti yöntemi takip edilerek Osmanlı Devleti ile barış antlaşması imzalanabileceği izleniminin ortaya çıkması da Misâk-ı Millî’nin Türk ve dünya kamuoyuna açıklanmasını gerekli kıldığı söylenebilir.
Misâk-ı Millî metni Hüseyin Kazım Bey’in başkanlığında 17 Şubat 1920’de toplanan Meclis-i Meb’ûsânın olağanüstü on birinci toplantısında görüşülmüştür. Bu oturumda; Edirne Mebusu Mehmet Şeref (Aykut) Bey, Ahd-ı Millî’nin veya Misâk-ı Millînin görüşülmesini, Avrupa parlamentolarıyla bütün basına bildirilmesini teklif etmiştir. Bu teklif kabul edildikten sonra Şeref Bey bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında; “İçimizden herhangi bir hamiyyetli (vatansever) arkadaşımız sulh deyince bütün yüreklerinden kopan sadâ hepsini bir yere topladı ve nihayet bütün vicdanlar hep bir yere geldi. Ortaya şu Peymân‐ı Müebbed‐i Millî çıktı” diyerek, ortaya çıkan metni “Peymân‐ı Millî” olarak nitelemiştir. Türklerin ve Müslümanların aslında demokrat bir millet olduğunu, hiçbir zaman yükselip aşağıda kalan insanları çiğnemeyi kesinlikle aklından geçirmediğini beyan etmiştir. İnsanları adaletle yöneten ümmetin, milletin bu günlerde acılar çektiğini, çiğnenen hukukunu veya haklarını korumak istediğini, yaşanan haksızlıklara ne Allah’ın ne de insanlığın rıza göstermeyeceğini ifade ederek, “Biz hiçbir şey istemiyoruz; ancak hakk-ı sarihimizi istiyoruz. En tabiî (doğal), en bedihi (açık) hakkımız olan yaşamak hakkının bizden nez’edilmesini…” istiyoruz demiştir. Bu nedenle Mebûsan Meclisi üyelerinin katılımıyla tarafından son şekli verilen Misâk-ı Millî’nin Türk ve dünya kamuoyuna duyurulmasını istemiş, Meclis kürsüsünden hazırlanılan beyannâmeyi okumuştur.
Misâk-ı Millî Beyannâmesi, Osmanlı Mebûsan Meclisi’nde okunmasının ardından, Türkçe metin meclis matbaasında tek yapraklı nüshalar halinde basılmış, hem aynı gün hem de ertesi gün yayınlanan gazetelerde yayınlanarak Türk ve dünya kamuoyuna duyurulmuştur. Ayrıca Meclis Başkanı Resat Hikmet Bey tarafından o dönem diplomasi dili olan Fransızca’ya çevrilmesi kararının ardından, İstanbul Mebusu (Milletvekili) ve eski elçi Ahmet Muhtar Bey ve Ahmet Rüstem Bey tarafından çevirisi yapılmıştır. Ancak çevrilen metinde Misâk-ı Millî’nin dibacesi (başlangıç kısmı) çıkartılmış olarak yalnız altı madde halinde yine tek yaprak olarak bastırılmıştır. Bu Fransızca çeviri metin, Avrupa parlamentolarına, ülke içinde İstanbul’daki konsolosluklara, İstanbul işgal makamlarına gönderilmiştir. Bunun üzerine Misâk-ı Millî Türk basınında yer almaya başlamıştır. Misâk-ı Millî Beyannâmesi; Yenigün gazetesinde “Mîsâk-ı Millî”, Vakit gazetesinde “Meb’ûsân Ahdı”, İleri gazetesinde “Ahd-ı Millî’nin Sulh Esasları”, İkdâm gazetesinde “Misâk-ı Millî Programı Sureti”, Tevhid-i Efkâr gazetesinde “Meb’ûsân Meclisi’nde Millî Haysiyet Şahlanışı”, Tasvir-i Efkâr gazetesinde “Ahd-ı Millî Programı-Millet Meclisi’nin Sulh Şerâiti”, Alemdar gazetesinde “Meclis-i Meb’ûsân’da Rûznâme Harici İttihadçı Pervasızlığı” başlığı ile yayınlanmıştır.
İçeriğinin tam ve doğru bir biçimde anlaşılması için hem orijinal hali hem de parantez içerisinde sadeleştirilmiş şekli birlikte verilen bu metin;
“Mîsâk‐ı Millî Beyânnâmesi
Osmanlı Meclis‐i Mebûsân a’zâları istiklâl‐i devlet ve istikbâl‐i milletin, haklı ve devamlı bir sulha nailiyyet için ihtiyar edebileceği fedakârlığın hadd‐i azamisini mutazammın olan esâsât‐ı atiyeye tamami‐i riâyetle mümkünü’t‐temin olduğunu ve esâsât‐ı mezkûre haricinde pâyidar bir Osmanlı Saltanat ve Cemiyyetinin devam‐ı vücudu gayr‐i mümkün bulunduğunu kabul ve tasdik eylemişlerdir:
(Osmanlı Mebûsan Meclisi milletvekilleri devlet ve milletin, haklı ve devamlı bir barışa ulaşmak için yapabileceği fedakârlığın üst sınırını içeren gelecek esaslarına tamamen uyulmakla temin edilmesinin mümkün olduğu ve adı geçen esaslar dışında kalıcı bir Osmanlı devlet ve toplumunun yapısının devamının mümkün olmadığını kabul ve tasdik eylemişlerdir.)
Birinci Madde‐ Devlet‐i Osmâniyye’nin münhasıran Arab ekseriyetiyle meskûn olub 30 Teşrîn‐i evvel [Ekim] 1918 tarihli Mütârekenin hîn‐i akdinde muhâsım orduların işgali altında kalan aksâmının mukadderâtı, ahâlisinin serbestce beyân edecekleri ârâya tevfîkan tâyin edilmek lâzım geleceğinden, mezkûr hatt‐ı mütâreke dâhil ve haricinde dînen, örfen, emelen müttehid ve yekdiğerine karşı hürmet‐i mütekâbile ve fedakârlık hissiyatıyla meşhûn ve hukuk‐i ırkiyye ve ictimâiyyeleriyle şerâit‐i muhîtiyyelerine tamamiyle riâyetkâr, Osmanlı İslâm ekseriyyetiyle meskûn bulunan aksâmın hey’et‐i mecmuâsı hakîkaten veya hükmen hiçbir sebeble tefrîk kabul etmez bir külldür.
(Birinci Madde‐ Osmanlı Devleti’nin, özellikle Arap çoğunluğunun yerleşik olduğu, 30 Ekim 1918’de [Mondros] mütârekesinin imzalandığı sırada, düşman ordularının işgali altında kalan kesimlerin mukadderâtı, halkının serbestçe verecekleri karara/iradeye/reylere uygun olarak belirlenmesi gerekeceğinden, adı geçen mütâreke hattı içinde (Mondros Mütârekesi imza edildiği tarihte işgal edilmemiş olan bölgeler) ve dışında din, kültür ve emel bakımından birleşik ve birbirine karşı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu olarak soy‐sop, toplumsal ve geleneksel hukuklarıyla/haklarıyla bölgesel şartlarını tamamen sayan/saygı gösteren, Osmanlı Müslüman çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu bölgelerin hepsi gerçekten veya hükmen (varılan karar uyarınca) hiçbir şekilde bölünmez bir bütündür.)
İkinci Madde‐ Ahâlisi ilk serbest kaldıkları zamanda ârâ‐yi âmmeleriylen anavatana iltihâk etmiş olan Elviye‐i Selâse için lede’l‐îcâb tekrar serbestçe ârâ‐yi âmmeye müracaat edilmesini kabul ederiz.
(İkinci Madde‐ Halkı, ilk serbest kaldıkları zaman halkın oylarıyla anavatana katılmış olan üç sancak -Kars, Ardahan (Oltu, Şenkaya ve Olur dâhil), Batum (Artvin, Ardanuç, Şavşat ve Borçka dâhil)- için gerektiğinde yeniden serbestçe halkoyuna başvurulmasını kabul ederiz.)
Üçüncü Madde‐ Türkiye sulhüne tâ’lîk edilen Garbî Trakya vaziyyet‐i hukukiyyesinin tesbîti de sekenesinin kemâl‐i hürriyyetle beyân edecekleri ârâya teb’an vâki’ olmalıdır.
(Üçüncü Madde‐ Türkiye ile yapılacak barışa bırakılan Batı Trakya’nın hukuki durumunun tespiti de, halkın tam bir serbestlik içinde beyân edecekleri oylara uygun olarak gerçekleşmelidir.)
Dördüncü Madde‐ Makarr‐ı Hilâfet‐i İslâmiyye ve Pâyitaht‐ı Saltanat‐ı Seniyye ve Merkez‐i Hükûmet‐i Osmâniyye olan İstanbul şehriyle Marmara Denizi’nin emniyyeti her türlü halelden masûn olmalıdır. Bu esâs mahfuz kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz Boğazlarının ticaret ve münakalât‐ı âleme küşâdı hakkında bizimle sâir bi’l‐umûm alâkadar devletlerin müttefikan verecekleri karar muteberdir.
(Dördüncü Madde‐ İslâm Hilafet ve Saltanat Merkezi/Karar yeri ve Osmanlı hükümet merkezi olan İstanbul şehriyle Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak/korunmuş olmalıdır. Bu esas saklı kalmak şartıyla, Akdeniz ve Karadeniz Boğazlarının dünya ticaret ulaşımına açılması hakkında, bizimle diğer bütün ilgili devletlerin ittifakıyla verecekleri karar geçerlidir.)
Beşinci Madde‐ Düvel‐i İtilâfiyye ile muhâsımları ve bazı müşârikleri arasında takarrür eden esâsât‐ı ahdiyye dairesinde ekalliyyetler hukuku -memâlik‐i mütecâviredeki Müslüman ahâlinin de aynı hukukdan istifâde etmeleri emniyyesiyle- tarafımızdan teyîd ve temîn edilecekdir.
(Beşinci Madde‐ İtilâf Devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılan antlaşma esasları çerçevesinde azınlıklar hukuku -komşu ülkelerdeki Müslüman ahâlinin de aynı hukuktan yararlanmaları güvencesiyle- tarafımızdan teyit ve temin edilecektir.)
Altıncı Madde‐ Millî ve iktisadî inkişâfâtımız daire‐i imkâna girmek ve daha asrî bir idâre‐i muntazama şeklinde tedvîr‐i umûra muvaffak olabilmek için, her devlet gibi bizim de temîn‐i esbâb‐ı inkişâfâtımızda istiklâl ve serbesti‐i tâmme mazhar olmamız üssül‐esâs‐ı hayât ve bekâmızdır.
Bu sebeble siyasî, adlî, mâlî ve sâir inkişâfâtımıza mâni kuyûda muhalifiz. Tahakkuk edecek düyûnâtımızın şerâit‐i tesviyyesi de bu esâsâta mugayir olmayacakdır.
28 Kânûn‐ı sânî 1336
(Altıncı Madde‐ Millî ve iktisadî gelişme imkânlarını elde etmek ve daha çağdaş ve intizamlı bir yönetim şeklinde işleri yürütmeyi başarabilmek için, her devlet gibi bizim de gelişme sebeplerimizin temin edilmesinde tam istiklâl ve tam serbestliğe kavuşmamız, varlığımızın ve hayatımızın temel esasıdır.
Bu sebeple, siyasî, adlî, mâlî ve sâir gelişmelerimize engel kayıtlara/bağlara muhalifiz. Tahakkuk edecek borçlarımızın ödeme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.
28 Ocak 1920)” şeklinde son Osmanlı Mebûsan Meclisi tarafından Türk ve dünya kamuoyuna ilan edilmiş, tarihe not düşülmüştür.
Misâk-ı Millî’nin birinci, ikinci ve üçüncü maddelerinin özellikle Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra sürekli olarak dile getirilen vatanın ve devletin sınırlarının şarta bağlı olarak tespiti yapılmıştır. Mütareke sınırları dışında kalan Arap çoğunluğun oturduğu yerler, mütarekenin imzalanması sırasında düşman ordularının işgali altında kalan (Kars, Ardahan ve Batum Livâları (Sancakları) ve Batı Trakya’nın hukukî durumlarının ve geleceklerinin buralarda yaşayan halkın serbestçe beyan edecekleri oya göre tayin edilebileceği ifade edilmiştir. Bu ifadelerden mütareke sınırları dışında kalan yerlerin gözden çıkarıldığı ve buralarda yeniden egemen olunamayacağı gibi bir anlam çıkmasına karşın, buralarda yapılacak olan plebisitin (halkoylamasının) Türkiye’den yana olacağı düşünülmüştür. Bir anlamda vatanın ve devletin sınırları belirlenirken mütareke sınırları temel alınmış, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının sürekli olarak vurguladıkları durum beyan edilmiştir. Bu sınırlar dışındaki yerlerin geleceği halkın oyuna, vereceği karara bırakılmıştır. Bir bakıma mütareke sınırları dışında kalan yerlerdeki nüfusun, halkın Türk devletinin idaresini benimseyecekleri düşünüldüğünden ABD Başkanı Wilson’un açıklamış olduğu ilkelere uygun olarak “plebisit (halkoyuna başvurma)” şartına bağlanmıştır.
Bu şarta bağlama ile buralardan vaz geçilmemiştir. Birinci maddenin devamında mütareke sınırları “içinde ve dışında” kalan din, kültür ve amaç bakımından bir olan, birbirine karşılıklı hürmet ve fedakârlık hisleri taşıyan, gelenekleriyle yaşadıkları yerlerin koşullarına tamamen uyum sağlayan Osmanlı-İslam çoğunluğunun oturduğu yerlerin tamamının hiçbir nedenle ayrılık kabul etmez bir bütün olduğu duyurulmuştur. Mütareke sınırları içinde ve dışında denilmesinin nedeni, mütareke dışında kalan yerlerin geleceği, buralarda yaşayan halkların oylarına göre belirleneceği için anavatanın sınırları muğlak bırakılmış, oylamanın neticesine göre kesinleşeceği ihsas edilmiştir. Mütareke sınırları içinde kalanlar için tarihi, sosyolojik ve kültürel bir tanımlama yapılmış, Osmanlı-İslâm çoğunluğu ibaresinin de aynı gerekçeyle seçildiği söylenebilir. Bir anlamda Misâk-ı Millî’nin ilk üç maddesinde, demografik ve kültürel yapı üzerine temellendirilen Wilson İlkelerine göre hukukî bir metin oluşturulmaya çalışıldığı söylenebilir.
Ayrıca 18 Ocak 1919’de Paris’te toplanan İtilaf Devletleri temsilcilerinin, oluşturmaya çalıştıkları yeni dünya düzeni içerisinde Türklerin nüfus yoğunluğunu dikkate almak istememeleri, hatta Türklerin çoğunlukta olduğu yerleri Ermenilere, Yunanlılara vermek istemeleri, üstelik Kürtler Ermenistan’a bırakılan yerlerin güneyinde bir devlet kurma kararı verirlerse bunu destekleneceğini dile getirmesi de böyle bir tutumun benimsenmesinde etkili olduğu söylenebilir. Bu da Türk milletinin Anadolu’daki varlığının kabul edilmediği, mümkünse de “Şark Meselesi (Doğu Sorunu)” bağlamında Türklerin geldikleri yerlere gönderilmesi, gönderilemiyorsa Anadolu’da imha edilmesi anlamını taşıdığı ifade edilebilir. Bu nedenle, Misâk-ı Mi1li’nin ilk taslağını hazırlayın Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki kadronun, bu politikanın dayatılacağını bildiği için kurulacak millî devletin muhtemel sınırlarını belirlerken Osman1ı Devleti’nin bakiyesi olan nüfusun yoğunluğu ve kültürel kimliği temelinde esaslar ortaya koymak istedikleri ifade edilebilir.
Misâk-ı Millî’nin dördüncü maddesinde İstanbul’un ve Marmara Denizinin güvenliğinin korunması ilkesi esas olarak saklı kalmak kaydıyla boğazların dünya ticaretine ve ulaşımına açılması konusunda diğer devletlerle birlikte oy birliği ile verilecek kararın geçerli olacağı ifade edilmiştir. Bu karar bağımsız bir devletin hükümranlık haklarına aykırı görünmekle birlikte, boğazların dünya ticaretindeki yeri ve önemi, 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesinden itibaren boğazların durumunun uluslararası konferanslarda görüşülmesi, İtilaf Devletleri’nin I. Dünya Savaşı’nı aslında neden yaptığı ve Mondros Mütarekesinin ilk maddesinde Boğazların konu edildiği, “güç-politika dengesi” bağlamında değerlendirildiğinde, bu kararın Boğazlar Meselesi’nin Türk devleti lehine çözümlenmesi için atılan en uygun adım olduğu ifade edilebilir.
Beyannâmenin, beşinci maddesinde azınlık hakları ile ilgili olarak mütekabiliyet yani karşılıklılık ilkesi benimsenmiştir. Osmanlı Devleti’nde din merkeze alınarak belirlenmiş olan “millet sistemi” ile asırlarca Müslümanlarla-Türklerle birlikte yaşamış olan azınlıkların yani Müslüman olmayan unsurların yeni devlet içerisindeki yerinin Osmanlı millet sistemindeki gibi olmayacağının işareti verilmiştir. Bir bakıma Fransız Devrimi’nden sonra dünyada ön plana çıkan modern vatandaşlık bağlamında azınlıkların vatandaşlık haklarına sahip olacaklarının ipuçlarının verildiği söylenebilir. Bunda Osmanlı Dev1eti’nin gücünü kaybetmesinden itibaren devletin içişlerine karışmak için bir araç olarak kullanılan azınlıkların dünya politikasına yön verem Batılı devletlerin, merkez güçlerin daha fazla kullanmasını önlemek istenmesinin etkili olduğu dile getirilebilir. Bu maddedeki ifade dikkatlice incelendiğinde, Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkların belirlenen azınlıklar hukukundan yararlanabilmeleri için, çevre ülkelerdeki Müslümanların da belirlenen azınlık hukukundan yararlanmaları garantisine/şartına bağlanmıştır. Bu da 1., 2. ve 5. maddelerde ifade edilen mütareke sınırları dışında yaşayan Müslüman-Türk ahalinin söz konusu edildiğini ve onlardan vaz geçilmediğini gösteren önemli bir ayrıntı olarak görülmüştür.
Misâk-ı Millî’nin altıncı ve son maddesinde; rnillî ve ekonomik gelişmenin gerçekleştirilebilmesi ve daha çağdaş bir yönetimin başarılabilmesi tam bağımsızlık ve özgürlük şartına bağlanmış, devletin yaşamasının ve geleceğinin temel esası olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle başta siyasî ve malî olmak üzere, diğer devlet ve toplum hayatının gelişmesine engel olabilecek kayıtların kabul edilmeyeceği dile getirilmiştir. Burada örtülü bir şekilde, siyasî ve ekonomik bağımsızlığa engel olduğu için tam bağımsızlık ilkesinden hareket edileceğinden, bu şekildeki bağlayıcı unsurların reddedileceği beyan edilmiştir. Belirlenecek borçların ödenmesinin de bu şartlara uygun olması, ödeme yapılırken de söz edilen ilkelere aykırı davranılmayacağı ifade edilmiştir.
Sonuç olarak; Osmanlı Devleti’nin iç ve dış gelişmelerin etkisiyle uçurumun kenarına geldiği, özellikle Müslüman olmayan unsurların hatta Müslüman olanların bile bağımsızlıklarını ilan etmeye başladığı bir süreçte ortaya çıkan, en azından Türklerin çoğunlukta olduğu yerleri, Anadolu’yu elde tutmak amacıyla çeşitli fikirlerin ileri sürüldüğü dönemde Misâk-ı Millî’nin ortaya çıkmaya başladığı söylenebilir. Bu bağlamda düşünce ortaya koyan, hatta eyleme geçenlerden birinin Mustafa Kemal Paşa olduğu görülmüştür. I. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan gelişmeler Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının önermiş olduğu kurtuluş çaresini ve takip etmiş oldukları politikayı doğruladığı, I. Dünya Savaşı’nın galiplerinin Türklere karşı “Şark Meselesi (Doğu Sorunu)” bağlamında hareket ettikleri, Türkleri gelmiş oldukları bozkırlara geri göndermek, gönderilemiyorlarsa da Anadolu’da etkisizleştirmek istedikleri fark edilmiştir.
Buna karşı Mustafa Kemal Paşa önderliğinde, vatanperverlik, millîyetperverlik kavramlarıyla birlikte, Türk milliyetçiliği fikri temeli başlayan Millî Mücadele ve İstiklal Savaşı millî vatan, millî devlet, tam bağımsız devlet, millet egemenliğine dayalı devlet, millet iradesinin ve hâkimiyetinin üzerinde hiçbir gücün olmadığı devlet ve toplum, modern ve eşit vatandaşlık gibi kavramların Türk milleti tarafından benimsenmesine, tabana yayılmasına neden olduğu belirtilebilir. Bunda Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesinin ardından Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi ile ortaya koymuş olduğu ilkelerin, Türk ve dünya kamuoyuna açıklanan görüşlerin, yayınlanan beyannâmelerin, yapılan çalışmaların büyük etkisinin olduğu fark edilmiştir. Bu bağlamda Mîsâk-ı Millî’nin temelinin bu süreçte atıldığı, dayanağının Amasya Genelgesi, Erzurum, Sivas Kongrelerinde ve Ankara Ziraat Mektebi Toplantılarında alınan kararlar olduğu anlaşılmıştır.
Ayrıca Misâk-ı Millî’nin ilk taslağının Ankara’da Ziraat Mektebinde Heyet-i Temsiliye üyelerince hazırlandığı, son şeklinin Mustafa Kemal Paşa tarafından verildiği tespit edilmiştir. Hazırlanan bu metnin de yapılan seçimlerde önemli miktarda Millî Mücadele taraftarı mebusun(milletvekilinin) yer aldığı son Osmanlı Mebûsan Meclisince, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile imzalayacakları kesin antlaşmanın temel ilkeleri olarak ilan edildiği görülmüştür. Bir anlamda Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Anadolu’daki millî hareketin, Millî Mücadele programının Osmanlı Devleti’nin barış, kurtuluş ve geleceğini belirleyen ilkeler haline geldiği, bunu kabul etmek zorunda oldukları, Anadolu’nun İstanbul’a şekil ve yön verdiği fark edilmiştir. Bir anlamda Millî Mücadele’nin “bağımsızlık bildirgesi”nin Osmanlı Mebûsan Meclisi tarafından kabul ve ilan edildiği anlaşılmıştır. Ancak bu ilanın ardından İstanbul’u 13 Kasım 1918’den itibaren fiilen işgal altında tutan İtilaf Devletleri, 16 Mart 1920’de resmen işgal etmişlerdir. İşgalin ardından Millî Mücadele, millî vatan, tam bağımsızlık, millet egemenliği düşüncelerini benimsemiş olan mebuslar(milletvekilleri) Malta’ya sürgüne gönderilmiştir. Bir anlamda Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının savunmuş olduğu kurtuluş çaresinin doğruluğu tescillenmiş, işgalcilere karşı savaş yapmadan, Şark Meselesini Türk milletinin lehine çevirmenin, I. Dünya Savaşını sona erdirmek için Doğu Sorunu bağlamında hazırlanılan ve “Türklerin imha planı” olarak bilinen, Osmanlı Devleti’ne imzalattırılan Sevr Antlaşması’nın ters yüz edilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Bunun üzerine Misâk-ı Millî, Millî Mücadele’nin ve “TBMM’nin programlarının esası” olmaya devam etmiş, yeni Türk devletinin ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin “bağımsızlık bildirgesi” olmuştur.
Tahir KODAL
KAYNAKÇA
A- ARŞİV BELGELERİ
Gnkur. ATASE Arşivi, ATA-ZB, Kutu No: 23, Gömlek No: 50, Belge No: 50-6.
Gnkur. ATASE Arşivi, ATA-ZB, Kutu No: 23, Gömlek No: 50, Belge No: 50-6a.
Gnkur. ATASE Arşivi, ATA-ZB, Kutu No: 23, Gömlek No: 50, Belge No: 50-7.
Gnkur. ATASE Arşivi, ATA-ZB, Kutu No: 23, Gömlek No: 50, Belge No: 50-7a.
Gnkur. ATASE Arşivi, ATA-ZB, Kutu No: 23, Gömlek No: 50, Belge No: 50-8.
Gnkur. ATASE Arşivi, ATA-ZB, Kutu No: 23, Gömlek No: 50, Belge No: 50-8.
Gnkur. ATASE Arşivi, ATA-ZB, Kutu No: 23, Gömlek No: 50, Belge No: 50-9.
Gnkur. ATASE Arşivi, ATA-ZB, Kutu No: 23, Gömlek No: 50, Belge No: 50-9a.
Gnkur. ATASE Arşivi, ATA-ZB, Kutu No: 23, Gömlek No: 50, Belge No: 50-10.
Gnkur. ATASE Arşivi, ATA-ZB, Kutu No: 34, Gömlek No: 83, Belge No: 1-5.
Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, HR. SFR.4…, Kutu No: 972, Gömlek No: 46, Belge No:1
B- RESMÎ YAYINLAR
Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge) 1919-1923, Cilt: 1, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1994.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I-III, ATAM Yayınları, Ankara 1997.
Genel Kurmay Başkanlığı, Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1988.
Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı “Misâk-ı Millî (Ulusal Ant) ile İlgili Bazı Belgeler”, Atatürk Haftası Armağanı, Ankara 1977), s. 17-51.
Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi 2. Cilt: Batı Cephesi 1. Kısım: Yunanlıların Batı Anadolu’da İstila Hareketine Başlamaları, İzmir’in işgali, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a Çıkması, Milli Mukavemetin Kurulması, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1963.
Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, C. 1, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1962.
Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri; TBMM Kültür ve Sanat Yayınları, Ankara 1992.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi (4. Devre, 1. Fevkalâde Toplantı 17 Şubat 1336), I, Ankara 1992.
T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Atatürk İle İlgili Arşiv Belgeleri (1911-1921 Tarihleri Arasına Ait 106 Belge), Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları Ankara 1982.
T.C. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Belgelerinde Milli Mücadele ve Mustafa Kemal Atatürk, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2007.
T.C. K.K.K. Fakülte ve Yüksek Okullar Askerî Öğrenci Komutanlığı, Misâk-ı Millî ve Kuvay-ı Millîye (Panel), Atatürkçülük Çalışma Merkezi Yayınları, Ankara 1985.
TBMM, Milli Egemenlik Belgeleri, TBMM Yayınları, Ankara 2015.
TBMM, Bir Asrı Geçen Birikimle Misâk-ı Millî’ye Yeniden Bakmak, (Edt. Haluk Alkan), TBMM Basımevi, Ankara 2021.
C- KİTAPLAR VE MAKALELER
“Ahd-ı Millî Programı-Millet Meclisi’nin Sulh Şerâiti”, Tasvir-i Efkâr, No: 2989, 16 Şubat 1336 (1920).
“Ahd-ı Millî’nin Sulh Esâsları”, Vakit Gazetesi, No: 819, 17 Şubat 1336 (1920).
“Ahidnâme Tercümesi”, Vakit Gazetesi, No: 813, 11 Şubat 1920.
“Felâh-ı Vatan Ahidnâmesi”, İkdâm Gazetesi, No: 8262, 11 Şubat 1920.
“Felâh-ı Vatan Grubu’nun İctimâ’ı”, İleri Gazetesi, No: 757, 15 Şubat 1920.
“Felâh-ı Vatan Grubu”, Peyâm-ı Sabâh Gazetesi, No: 438, 16 Şubat 1336 (1920).
“Meb’ûsân Ahdı”, Vakit Gazetesi, No: 801, 30 Kânûn-ı sânî 1336 (30 Ocak 1920).
“Meclis-i Meb’ûsân’da Ahd-ı Millî’nin Beyannâmesi”, Peyâm-ı Sabah Gazetesi, No: 434, 12 Şubat 1336 (1920).
“Mîsâk-ı Millî Kabul Edilinceye Kadar Harb”, Tasvir-i Efkâr Gazetesi, No: 3044, 9 Haziran 1921.
“Mîsâk-ı Millî Programı Sûreti”, İkdâm Gazetesi, No 8269, 19 Şubat 1336 (1920).
“Mîsâk-ı Millî”, Yenigün Gazetesi, No: 314, 29 Kânûn-ı sânî 1336 (1920).
“Yeni Bir Yavru Daha”, Alemdar Gazetesi, No: 412-2712, 2 Şubat 1336 (1920).
AĞAOĞLU, Ahmet, Millî Misâk’ın Tarihi Kıymeti, Ülkü Seçmeler, (Cilt: I, Sayı: 1), Ankara 1933.
Ahmed Emin, “Ahd-ı Millî Programı”, Vakit Gazetesi, No: 819, 17 Şubat 1336 (1920).
ALP, İlker, “Misâk-ı Millî”, Misâk-ı Millî ve Türk Dış Politikasında Musul, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1998, s.175-252.
ATATÜRK; Mustafa Kemal; Nutuk, (Haz.: Zeynep Korkmaz), ATAM Yayınları, Ankara 2000.
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 6, (28 Aralık 1919-1 Mart 1920), Kaynak Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2012.
AYDIN, Mesut; “Yeni Türk Devleti ve Misâk-ı Millî”, Türkler, C.16, Ankara 2002, s.50-70.
AYDOĞAN, Erdal, Samsun’dan Erzurum’a Mustafa Kemal, ATAM Yayınları, Ankara 2024.
BARDAKÇI; Murat, Yıkılış ve Kuruluş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2017.
BAYKAL, Bekir Sıtkı, Heyet-i Temsiliye Kararları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2020.
BUDAK, Mustafa, İdealden Gerçeğe: Misâk-ı Millî’den Lozan’a Dış Politika, Küre Yayınları, İstanbul 2002.
CEBESOY, Ali Fuat, 1907 İkinci Meşrutiyet Öncesi Mustafa Kemal’in Önerdiği Misâk-ı Millî, (Yay. Haz.: F. Sükan- C. Kutay), Acar Matbaacılık Yayınları, İstanbul 1989.
CEBESOY, Ali Fuat, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılap Yayınları, İstanbul 2000.
DJUVARA, Trandafir G., Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz Proje: (1281-1913), (Çev. Pulat Tacar), İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2017.
GEREDE, Hüsrev; Hüsrev Gerede’nin Anıları, (Haz: Sami Önal), Literatür Yayınları, İstanbul 2002.
GOLOĞLU, Mahmut, Erzurum Kongresi, Nüve Matbaası, Ankara 1968.
GOLOĞLU, Mahmut, Sivas Kongresi, Başnur Matbaası, Ankara 1969.
GÖKBİLGİN, M. Tayyib, Millî Mücadele Başlarken Mondros Mütarekesi’nden Büyük Millet Meclisi’nin Açılmasına, Kronik Yayınları, İstanbul 2018.
GÜLER, Ali, Türk’ün Unutulan Yemini Misâk-ı Millî, Halk Kitabevi, İstanbul 2015.
HOWARD, Harry N., The Partition of Turkey, A Diplomatic History, 1913-1923, Norman University of Oklahoma Press, 1931.
JAESCHKE, G., Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi: Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, 1-2, (Çev.: Nimet Arsan), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1970.
KANSU, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Cilt: 2, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1986.
KAYA, Erol, “Misâk-ı Millî’nin Sınırları”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 8, Erzurum 1997, s.175-186.
KAYA, Önder, Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2005.
KAYMAZ, Nejat, “Mîsâk-ı Millî Üzerinde Yapılan Tartışmalar Hakkında”, VIII. Türk Tarih Kongresi, (Kongreye Sunulan Bildiriler), C. 3, Ankara, 11-15 Ekim 1976, s.1941-1958.
KODAL, Tahir, “Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Ocakları”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı:51, Erzurum 2014, s. 295-314.
KODAL, Tahir, “Türk Dış Politikasında Musul Meselesi (1923-1926)”, (Edt: Alparslan Demir ve diğ.), Kerkük Çok Irak Değil, Prof.Dr. Eşref Buharalı’ya Armağan, Türk Tarihine Dair Yazılar-II, Gece Kitaplığı, Ankara 2017, s. 187-244.
KODAL, Tahir, Paylaşılamayan Toprak: Türk Basınına Göre (1923-1926) Musul Meselesi, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2005.
KODAMAN, Bayram, Şark Meselesi (İslâm-Hristiyan veya Türk-Avrupa Mücadelesi), Türk Yurdu, 1997, Cilt: XVII, Sayı: 122, s. 22-32.
KORKMAZ, Zeynep, “Millî Mücadele ve Sonrasında Türklük Şuuru”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 10, Ankara 1987, s.47-60.
KUTAY, Cemal, Mehmet Şeref Aykut, Teknografik Matbaacılık, İstanbul 1985.
KÜÇÜK, Cevdet, “Mîsâk-ı Millî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt:30, Ankara 2020, s. 173-175.
OLGUN, İbrahim, “Namık Kemal Kuşağı ve I. Meşrutiyet”, VIII. Türk Tarih Kongresi (Ankara 11-15 Ekim 1976), Kongreye Sunulan Bildiriler, C. 3, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1983, s.1763-1770.
ÖZKAYA, Yücel ve diğ., Millî Mücadele Tarihi, C. 1, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2005.
ÖZTÜRK, Kazım, Atatürk’ün TBMM. Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, C. 1-2, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981.
PARMAKSIZOĞLU, İsmet, “Misâk-ı Millî”, TA, XXIV, s.242-243.
SAKİN; Serdar, Misâk-ı Millî’nin Hazırlanışı, Kapsamı ve Tarihsel Değeri, T.C. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 2003.
SONYEL, Salâhi R., “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Dönemi ve Türkiye’yi Bölme Çabaları (1908-1918)”, Belleten, Cilt: LXI, Sayı: 231, Ankara 1997, s. 387-428.
SONYEL, Salâhi R., Mustafa Kemal (Atatürk) ve Kurtuluş Savaşı, C. 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2008.
TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. 1, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1973.
TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. 2, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1978.
TANYU, Hikmet, Atatürk ve Türk Milliyetçiliği, Töre Devlet Yayınevi, Ankara 1981.
UÇAROL, Rifat, Siyasi Tarih (1789-1994), Der Yayınevi, İstanbul 2006.
YAMANER; Şerafettin, M Dosyası-Misâk-ı Millî ve Musul, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul 2000.
25/03/2025 tarihinde https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/misak-i-milli/ adresinden erişilmiştir